6 Aralık 2015 Pazar

Eleanor & Park - Rainbow Rowell | Yorum


Geçen sene Rainbow Rowell'in başka bir kitabı olan Fangirl'ü okuyup kapağı kadar tatlı bir kitap olmadığını, okuduktan sonra sizi mutlu değil dumur eden bir kitap olduğunu fark etmemle Eleanor & Park'ın da kapağını yansıtmadığına %100 emindim. Sonuç olarak haklı olduğum ortaya çıktı ama kitabı kesinlikle çok beğendim.



Eleanor güzel bir kız değil. Diğer kitaplardaki gibi saçını yapıp gözlüğünü çıkarttığında, makyaj yaptığında sonradan güzelleşen "Aa bakın aslında çirkin değilmiş." diye gözümüze sokulan kızlardan da değil. Eleanor kendisine bol gelen erkek gömlekleri giyiyor, ucuz olduğu için üzerine oturmayan pantolonları var ve kollarında tuhaf eşarplar bağlı. Eleanor kilolu, tuhaf ve okul otobüsündeki çocuklar da onu gördüklerinde ilk izlenimleri bu yönde.
Park, Eleanor'un tam tersi. Temiz, güzel bir yaşantısı olan sıradan bir lise öğrencisi. Eleanor gibi bir kızla hiçbir ortak noktaları olamaz yani.

Her sabah okul otobüsünde yanyana gidip gelmek zorunda kaldıklarında ortak noktaları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor ama. Hiç konuşmadıkları halde hem de. Park, kucağındaki çizgi romanları Eleanor'un da göz ucuyla okuduğunu fark edip sayfaları yavaş yavaş çevirmeye başlıyor mesela. Park, sevdiği şarkıları Eleanor'a da dinletiyor ve farkına varıyor ki önceleri yanyana oturdukları için utanabileceğini düşündüğü kız hiç de öyle tuhaf ve çirkin biri değil. Eleanor sadece farklı.

Kitabı bir Eleanor'un bir Park'ın tarafı odaklı okuyoruz. Birinci ağızdan bir anlatım değil ama bu. Bir anlatıcı var ve hatta bu anlatıcı bir yerde "Nerede kalmıştık?" gibisinden kendisiyle konuşuyor. Bu, özellikle sevdiğim veya sevmediğim bir şey değil ama ilahı bakış açısıyla yazılmış kitapları sevdiğimden birinci ağızdan olmaması benim için bir artıydı.

Kitabı okurken kendi çapımda Fangirl ile karşılaştırmalar yapıp durdum çünkü Rainbow Rowell sanırım ancak kendi içinde karşılaştırılabilir. Popüler genç yetişkin kitaplarıyla karşılaştırmaya kalktığımda Rainbow Rowell'in özgün karakterleri, klişeleşmiş karakterleri yanında fazlaca öne çıkıyor çünkü.




Bu kitaplarda karakterlerin bizim de yaptığımız hatalarını okudukça hafiften uyuz olmuyor değilsiniz, o denli gerçeği yansıtıyor işte. Eleanor yer yer o kadar sinirimi bozdu ki içimden kızı şöyle iyice tokatlama isteği geldi. Güzel olan şu ki genel olarak böyle olmasından rahatsız olmuyorsunuz çünkü 15.ye söylediğim gibi; karakterler fazla gerçekçi.

Kitabı okurken yer yer içime öküz oturdu. :') Başlarda, bitirdiğimde ağlarım diye düşünüyordum ama ağlatmadı, içimdeki öküz bir süre daha orada oturmaya devam etti sadece. Bu kadar üzülmememin sebebi olarak da Eleanor'un bazı hareketlerini bahane edebilirim. Yine de yazara kızamıyorum çünkü Eleanor gibi tuhaf bir kişilik tam olarak öyle yapardı.

Farklı bir genç yetişkin okumanız adına kitabı kesinlikle öneriyorum. Tekdüze karakterleri konular ve olaylar yüzünden adı biraz kirlenen genç yetişkin kategorisinin aslında hiç de öyle olmadığını görmeniz açısından bence çok iyi bir örnek.


16 Ağustos 2015 Pazar

Beni Seç Serisi - Kiera Cass | Yorum

Merhaba*-* Bir değişiklik yapayım dedim ve Beni Seç serisinin yorumunu bloga girmek istedim. Normalde video çekmem gerekiyordu ama bloga yazmayacak mısın diye sorular, yorumlar gelince bu sefer böyle yapayım dedim. 

Bu seriyi okuyan son insanlardan biriyim sanırım.. Facebooktaki Kitaplar ve Yazarları sayfasındaki arkadaşlarımla ufak bir etkinlik düzenleyip bu seriyi beğenenlerden mi olacağız beğenmeyenlerden mi diye görmek istemiştik. Çünkü seriye verilen puanlar ya çok yüksek, ya çok düşük!

Konuyu kopyala yapıştır yapmak yerine hemen kısaca ben anlatayım:
Illéa adındaki bir ülkede prense eş bulmak için bir Seçim yapıyorlar ve Seçim'e başvurmak için yaşı tutan kızlar arasından 35 kişiyi seçip saraya getiriyorlar. Seçilen kızlardan birisi de ana karakterimiz America. America kast sistemiyle yönetilen bu ülkede düşük sınıflardan birinde ve sınıf atlamasının yollarından biri de seçime katılmak. Aslında seçime katılıp Prens Maxon'ın gelini falan olmak istemiyor. Onun Aspen adında bir sevgilisi var ve onunla gayet mutlu fakat Aspen America'nın kalbini kırıyor ve America da seçim için saraya gidiyor.



Ben aşk üçgenlerini pek sevmem, o yüzden de seriye biraz beğenmeyeceğim düşüncesiyle başladım ve beklentilerim sıfırın altındaydı. Sanırım beklentim bu kadar düşük olduğu için ilk kitapla ilgili düşüncelerim biraz pozitif. 
Öncelikle kitapla ilgili beni ilk etkileyen şey konunun gelecekte geçiyor olmasıydı. Kapaklar ve konusu yüzünden ben kitabı geçmiş zamanlardan birinde geçiyor zannetmiştim. Gelecekte geçen bir kitap olması benim kitap hakkında ilk beğendiğim şey oldu. Konusunu orijinal buldum.

Kitapla ilgili sıkıntılarımdan en büyüğü America'nın fazla alaycı oluşuydu. Düşük bir kast sisteminden gelmiş olmasına rağmen Prens Maxon ile sanki kaç yıllık arkadaşıymış gibi konuşması beni biraz rahatsız etti. Yazarın ne yapmaya çalıştığı bariz tabii ki, America diğer kızlar gibi değil, America ayakları yere basan bir karakter ve karakterinden ödün vermiyor. Bu yüzden de Maxon America'yı farklı bulacak. Düşünce güzel, işleniş biraz gerçek dışıydı..

İlk kitaba puanım 3/5 oldu.



Elit bir çok açıdan hayal kırıklığıydı. Konusundan spoiler olmaması için bahsetmek istemiyorum ama genel olarak kitabın geçtiği dünyaya fazla bir şey katmayan (hatta vazgeçtim hiçbir şey katmayan) bir kitaptı. Sanki seri üçleme olsun diye zorlanarak yazılmış bir kitaptı. America'nın kararsızlıkları beni çileden çıkarttı da çıkarttı.

Elit'e puanım 2/5 oldu.

Sonsuza Dek ikinci kitapta batırılan yerlerin biraz toplandığı bir kitap oldu. Seride favorim ilk kitap mı üçüncü kitap mı bilmiyorum ama Sonsuza Dek'te de America yer yer olmaması gereken şeyler yaptı bence.. Konunun bu şekilde sonuca bağlanması da hoşuma gitti. (allahım spoiler vermeden yazmak çok zor... :')) Yine bazı mantık hataları olduğunu düşünüyorum.

Sonsuza Dek'e puanım 3/5 oldu.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Ajanda

     Merhaba c: 
     Instagramda falan blog açtığımı duyurup blog'a hiçbir şey yazmamam çok hoş oldu gerçekten ama şartlar yan gelip yatmamı gerektirdi. :')

     Kişisel instagram hesabımda veya thinbooks'ta ajandamın fotoğraflarını paylaşıyorum bazen ve birkaç soru geldi ajandam hakkında. Ben de adam gibi fotoğraflarını çekeyim, nasıl kullanıyorum neler yazıyorum vs. onlardan bahsedeyim diye bir şeyler yazayım dedim.


     Kullandığım ajanda Peter Pauper. Remzi Kitabevinde rastladım sadece şu zamana kadar ve bana doğum günü hediyesi olarak gelmişti.
Bir çok deseni, farklı renkleri var. Ben böyle sade şeyleri çok severim ve en çok bunu beğenmiştim. Fiyatı yanlış hatırlamıyorsam 30 liraydı ama şimdiye kadar değişti mi bilmiyorum açıkcası.

     Ajanda 2015 Ajandası olmasına rağmen Eylül ayından başlıyor. Yani ajandanın ilk sayfaları 2014. Yeni okul yılı vs. başladığında yılın ortasından başka ajandaya geçiş olmasın diye böyle bir şey yapılmış olabilir. Tam bir bilgim yok açıkcası. Ben eski ajandamı bırakıp Ekim 2014'te buna geçiş yaptım. Aslında diğerini de yarım bırakmak istemiyordum ama dayanamadım... :')


     Gelelim ajandamı neler için, nasıl kullandığıma. 

     Yıllardır günlük tutan birisiyim ve hangi gün neler yaşadığımı, ne düşündüğümü ilerleyen zamanlarda okumayı çok seviyorum. Bazen önemli olduğunu düşündüğüm şeyleri bile unutabiliyorum ve günlük bu konuda inanılmaz bir yardımcı ama günlük tutmak özellikle benim gibi detaya inmeyi çok seven biri için yazması, takip etmesi çok vakit alan bir şey. 

Bu yüzden de ajandamı sınavlar, ödevler, randevular, önemli tarihleri hatırlamak için kullanmamın yanı sıra günlük olarak da kullanıyorum. Uzun uzun yazmıyorum tabii ki ama kısa hatırlatıcılar koyuyorum. Mesela 19 Nisanda Kitap Fuarına gitmiştim ve o günü çizmişim yukarıda. Daha sonra günlük yazmaya vakit bulursam ajandaya da bakıp olayları hatırlayarak uzun uzun yazıyorum.

      Kitapları bitirdiğim günler için de çok kullanıyorum ajandamı. Çoğu zaman kitaba verdiğim puanı ve sevdiğim alıntıları yazıyorum oraya buraya.

Misket Limonu geyiği Anansi Çocukları'ndan. :D





     Fuarda çalışırken inanılmaz yorgundum ama boş bırakmaya gönlüm elvermedi tabii ki :D Günden güne çöküşümü izliyorsunuz burda da. 
     Dört günde lapaya dönmüştüm. :')


        Ajandamı sürekli yanımda taşıyorum. Zaten içi dopdolu kocaman bir kalem kutusu da yanında farz olduğu için asla küçük çanta kullanamıyorum :') Bazen bir telefon bir cüzdan alıp dışarı çıkasım geliyor ama sonra.... ??? ajanda ??? kalem kutusu ??? kulaklığım ???? :') Hiçbir zaman yanımda eşek yükü kadar eşya olmadan dışarı adımımı atamıyorum yani.

     Sürekli taşımamın sebebi dışarıda otururken de sürekli bir şeyler yazmayı çizmeyi çok sevmem. Genelde sadece böyle karikatürümsü şekilde kendimi çiziyorum. Arkadaşlarımla beraberken de (özellikle Müge) mutlaka birkaç bir şey karalıyoruz. 


     Oradan burada toplama bir şeyler. :D

Soul Eater çok sevdiğim bir anime bu arada. İzlemediyseniz mutlaka izleyin *-*



     Kısacası, ajandamı her türlü işe alet ediyorum. 
 (özellikle çok sıkılmışsam)

     Ajanda kullanmaya  yanlış hatırlamıyorsam 11.sınıfın yarısında başladım ve ondan önce nasıl yaşadım gerçekten anlamıyorum. Gerçi lisede dersmiş sınavmış pek yazmıyordum çünkü direk olarak sınav takvimi veriyorlardı ve onun dışında da özellikle son sınıfta pek ödev verilmiyordu ama üniversitede vizeler, finaller ne zaman başlıyor, ödevin teslim tarihi en son ayın kaçı, sınava hangi derslikte giriliyormuş derken işin ucu -benim için- ajanda olmazsa mutlaka kaçıyor. 

15 Nisan 2015 Çarşamba

Bi Blog Eksikti

Merhaba! :D
Oldum olası şu blog olayı germiştir beni. Yayın sayfasını açınca 'Ne yazıcam ki ben ya eheh neyse şu masayı bi topliyim da öyle yazarım.' durumlarına çok düştüm yani :')

Baktım Instagram'da okuduğum kitaplar hakkında uzun uzun konuşamıyorum, YouTube'da da her okuduğum kitap için ayrı bir video çekecek vakte sahip değilim, bari blog açayım da bir şeyler sayıklarım oralarda dedim.

Gerçi bana kitap yorumlamaktan çok dizi, film yazısı yazacakmışım, saçma sapan şeylerden bahsedecekmişim gibi geliyor, bilmiyorum eheh